27 Ağustos 2010 Cuma

Oruç Tutmayanların Referanduma Hayır Diyecek Olması

şimdi oruç tutmak ve referandum ile alaka kuracak olan bazı ibişler türeyecek. onlara da kısaca aktarayım; referandum toplumu ikiye bölmüştür. bu bağlamda neden evet diyeceğini bilmeyen bir sürü insan, neden hayır diyeceğini bilmeyen yine bir yığın insan vardır. toplumun iradesi ipotek altına alınmışken mü'minlerin referanduma hayır demesi imkansızdır. emekli askerler, şaibeli yazarlar, sahte demokratlar, satılık siyasi isimler referanduma ''hayır'' oyu kullanırken oruç tutan müslüman kitle ise bu durumda ''evet'' oyu kullanacaktır. medya üzerinden gözlemlediğim kadarı ile referanduma hayır diyeceklerin genelde islam dinine hoşgörüsü olmayan, türkan saylan ve benzerleri gibi kişiler olduğunu görüyoruz. bu insanların da tabii ki oruç tuttuğunu iddia etmek tamamen saflıktır.

22 Aralık 2009 Salı

Çıplaklığı Medeniyet Sanan Gerçek Yobazlar



günümüz türkiye'sinde yobaz kelimesinin birden çok anlama geldiğini söylememe gerek yok sanırım. bu nedenle de 'yobaz' kelimesi üzerinde durarak kelimeyi asıl manasına doğru taşımaya çalışalım bakalım.

bir takım insanların işlerini, güçlerini, zevk aldıkları şeyleri, ilgilendikleri meşgaleleri bir yana bırakıp yine bir takım insanın dış görünüşüne fena halde taktığını görüyoruz. sanki tüm dertler bitmiş, sıkıntılar sona ermiş de iş sadece insanların dış görünüşüne saldırmaya kalmış. yahu bu hakkın hiç bir zaman varolmaması gerekir ya, burası türkiye işte.

şimdi yobaz kelimesi bir takım insanlarca; örtünen, kendi değerlerini muhafaza eden insanlara ithafen kullanılır. hatta yobaz kelimesi bazı betimlemelerin yanında iltifat gibi kalabilir. nedir bunlar?. 'örümcek kafa, kara fatma, öcü' gibi. oysa ki yobaz olmak kılık kıyafetin getirilerinden kaynaklanan bir şey değildir.

buna karşı argüman olarak da örtünmeyen insanların yobaz olmadığı düşüncesidir. örtü takmayan insan mutlak olarak ilericidir görüşü, mini etek giyen insanların moderniteyi ruhlarına empoze ederek yaşadığı, platin sarısı saçlı kadınların ordinaryus edası ile sosyolojik olaylara yaklaştığıdır. ancak ortada büyük bir yanılsamanın dışında realitenin incelen halatının da koptuğunu gözlemleyebiliriz. kapalı ise yobaz açık ise ilericidir gibi bir argüman hangi sağlıklı düşüncenin ürünüdür anlamakta sıkıntı çekiyorum.

" Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desenize hayvanlar sizden medeni"

mehmet akif ersoy.

Dövmeli Kadınların Kolay Ulaşılabilir Olması




vücudunun her hangi bir bölgesinde kalıcı dövme bulunan kadınların kolay ulaşılabilir olması durumudur. dövme yaptıran insan mazoşisttir, aynı percing taktıran ya da çehresinde anüs deliği gibi görünen tünelli insanların olduğu gibi. kendisine kalıcı bir şeyi acı çektirterek uygulattıran kadın kolay ulaşılabilir bir kadındır.

modern toplumların gitgide daha da özgür olmaları uğruna ödün verdiği şeyler kadınları kolay ulaşulabilir hale getirmiştir. mesela dövmeli bir kadının dövmesini teşhir etmesi erkeklerin libidosunun tavan yapmasına neden olabilir. dövmeli kadınların mazoşist olduğundan bahsettik, aynı şekilde çeşitli pearcing kombinasyonları ile ortalıklarda fink atan hatunlarda. mazoşist kadınlar kolay ulaşılabilir kadınlardır. iki kelime marjinallikten dem vurmanın yeterli geldiği, açıkça her sohbete girip sohbeti usul usul kendisinin ulaşılmasına çekerek bu savın gerçekliğini kendinizde görebilirsiniz. ayrıca dövmeli modern kadınların çoğu bekardır ve tek eşliliğe karşıdır. bu durumda da kendileri bir kişiye sabitlenmemiş olup ulaşılma konusunda kendi önüne bir set çekmemiştir.

daha çok popüler eğlence ortamlarında kendilerine sıklıkla rastlanır. kolay dediysekte şam'da kayısı kıvamında değildir. kanal yaparken ortak bir noktanın yakalanması elzemdir.

Hayatında Bayram Namazına Gitmemiş Asosyal Bünye

toplanıp guruplanma adına hiç bir faaliyet göstermeyip, küçükken ailesinin de etkisi ile camii'ye götürülmeyen, küçükken sosyallik tohumlarının içine ekilmediğinden kelli asosyalliği kendi şahsına münasip görmeyen kişilerdir. camii'nin sosyalleşme aracı olduğunun farkına varamamış insanların büyüdüklerinde bayram namazlarını ''garip'' bir şeymiş gibi gösterme çabalarını da küçükken yaşamış olduğu o asimilasyona bağlamak mümkündür diyebiliriz.

21. yüzyılda teknolojinin aslında insanları bir birine yaklaştırdığını düşünen zavallı insanların, eskiden kalma, gelenek ve örflerimiz olan, sosyalleşmek için bin küsür yıldır yapılan, kaynaşmış toplumların olmazsa olmazı sayabileceğimiz bir cemiileşme hareketinin dışında kaldığını da söylemek mümkündür.

alnı secdeye değmemiş insanların, camii havası alıp o havayı ciğerlerine dolduramamış ademoğullarının sosyal olduğunu kimse söyleyemez. camii ve namaz rab'a itaatten çok insanların kendi aralarında ki bağlarını ve ilişkilerini geliştirmeleri adına farz kılınmıştır. islam teolojisi ve öğretisinde de her farzın aslında sosyolojik bir önemi bulunmakla beraber, insan metabolizmasına ve ruh sağlığına zarar verecek hiç bir zorlamanın olmadığını da belirtmek gerekir. uzun uzadıya yazılar yazarak, çamur at izi kalsıncılık yapmak bu asosyal hareketin en belirgin özelliklerindendir.

Emmenez Moi


Charles Aznavur şarkısı...





öneminin ve sıkıntısının belimi büktüğü rıhtımlara doğru
geliyorlar; karınlar meyvalarla ağırlaşmış,
gemiler

dünyanın bir ucundan geliyorlar
yanlarında serseri fikirleri ile beraber
mavi göğün yansıması, serap bu
yerde sürüklenen pahalı bir koku
bilinmeyen ülkelerden
ve neredeyse çıplak yaşadığımız
ebedi bir yaz
plajlarda

tanınmayan bir ben, tüm hayatı boyunca
kutup yıldızına
kıyıdan getirdiğim sularla külrenginin yüzünü yıkamak istiyorum

götürün beni sonuna dünyanın
götürün beni mucizeler ülkesine
öyle gözüküyor ki sefalet
güneşten daha az yorucu

barda gün batarken
denizcilerle beraber
kadınlardan ve aşktan konuşuluyor
elde bir bardak..

nesne kavramımı kaybediyorum
aniden fikirlerim
uyandırıp kaldırıyorlar beni
mükemmel bir yaz
kumsalların üstünde

ki orada görüyorum kollarıma alırken
deliye benzeyen aşkı
benim önümde kısa
ve asılıyorum
hayallerimin boynundanü

barlar kapandığında
denizciler gemilerine dönerken
ben halen sabaha kadar hayal ediyorum
limanda ayakta

götürün beni sonuna dünyanın
götürün beni mucizeler ülkesine
öyle gözüküyor ki sefalet
güneşten daha az yorucu

güzel bir gün, çatırdayan bir yelkenlininden
köprünün üstündeki kozaya kadar
gitmek için çalışıyorum
bir kömür ambarında

yol alırken, bana yol gösteren küçüklük hayallerim
uzaklardaki adalardan
hiç bir şeyin önemi yok orada
yaşamaktan başka

kızların bitkinleşip solduğu
kalplerinizde kaçırdığınız
saçlarını örerlerken dedikleri
sarhoş eden
çiçeklerden kolyeler üzerine

kaçıyordum buralardan geçmişimi bırakarak
hiç pişmanlık olmadan yanımda
çantam olmadan, ve özgür kalmış bir renk
yüksek sesle bir şarkı dilimde

götürün beni sonuna dünyanın
götürün beni mucizeler ülkesine
öyle gözüküyor ki sefalet
güneşten daha az yorucu..

Bir İnsanın Ölümüne Sevinecek Kadar Şerefsiz Olmak


son bir kaç yılda oldukça fazla tezahürlerine rastladığımız acı bir gerçek. ideolojik bakımdan ayırt edilmeksizin, ölen kişinin ardından sevinç çığlıkları atılmasının insanı ne kadar şerefsiz yaptığının bir kanıtı olsa gerek. hrant dink, uğur mumcu, alparslan türkeş. bakın bunlar farklı farklı ideolojilerin insanları. bu insanların ölümünün ardından üzülmemek anlayışla karşılanabilir. ideolojik anlamda bir insanın yaptığı geçmiş zamanlı eylemleri desteklemiyor, ve hatta onlara ekseriyetle karşı geliyor olabilirsiniz. ancak bu durum o kişinin ölümünden sonra halay çekileceği anlamını taşımaz. üzülmemek, kederlenmemek, hiçbir şey ifade etmemesi ayrı şey, ölümünden sonra ya da ölümü netleşmemişken ölmesini dilemek,öldü ise sevinç çığlıkları atmak insanın kensini sahip olduğu sıfatlardan uzaklaştırıp onu bir hayvandan ayırt etmemizi sağlayan yetilerinden tamamen uzaklaştırır.

görüyoruz bir kaç gündür. kendisini hümanist, sütten çıkmış akkaşık zanneden bazı sol mihraklar muhsin yazıcıoğlu'nun geçirdiği talihsiz kazadan sonra farklı farklı densizliği ön plana çıkaran beyanatlarda bulunuyorlar. bunlar insani sıfatlarını evinin tozlu raflarına kaldırmış insan görünümlü varlıkların kalpizlik monotonluğunda ürettikleri talihsiz davranışlardır. nasıl ki hiç tanımadıkları, agos'u, hrant dink'i hiç duymadan, hakkında hiç bir fikre sahip değillerken sırf marjinal görünmek ve aydın geçinebilmek için meydanları doldurup ''hrantız dinkiz'' ''ermeniyiz'' sululuğuna gidiyorlarsa, aynı şekilde bu gün, hakkında hiç bir fikre sahip olmadıkları bir siyesi simgenin arkasından mesnetsiz iddialarla ona karalama kampanyası yapmakta bir beis görmüyorlar. türklüğün aşağılandığı, modern zaman özentileri bazı örümcek kafalı ulusalcıların batı özentiliğine giderek örf ve adetlerinden uzaklaşarak kendi milletini hakir görüp aşağıladığı enteresan bir zaman içersinde, gençliğinde yaptığı münferit hatalardan dolayı, şu an sadece saygıyı hakeden bir insanın ölüm haberinin akabinde yapılan talihsiz açıklamalar inanın kendine insan gözü ile bakan kişilerin şerefsizliğinden başka bir şey değildir.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Dışkı Adamın Market Hikayesi


deneylerime göre tek başına dayak yemek zorunda kalmaktan daha da zor bir durumdur eski sevgilinin ağzına vermek... evde, yarısına kadar geldiğim şiirimi tamamlarken birden elimin uzandığı kasenin boş olduğunu farkettim. içinde bir bok yoktu gerçi. parasızım olm ne zamandır çalışmıyorum. içi boş kaselerle boş soğuk bardakları dudaklarıma değdirmekle kendimi avutup şiirlerimi yazıyorum. antoloji'de yayımlıyor, dalgama bakıyor, öldükten sonra “üfff şok güzel bir yazarmış, şairmiş” demelerini hayal ederek ereksiyon oluyorum. bu ereksiyon tabii ki ruhsal manada bir ereksiyon....

karnım çok acıkmıştı. günlerdir, aylardır yemek yemiyordum. Çekirdek, fındık fıstık kabuğu üfeliyor; onları suda ıslatıp yutuyordum. arada bir de şevket amcanın güvercinlere attığı yemleri kuşların önünden; kavga bela, gaga darbelerine aldırış etmeden; alıyordum. yavşaklar beni bir keresinde yumurtalarını çalarken yakaladılar. gözümü oydu bi tanesi. pezevenk... param olunca sapan alıp inşaattan tel büküp ananı sikicem... deşicem karnını, hıncım var... gulululuymuş, hain acımasız ayrodinamikçi piç...


neyse, umutlar tükeniyordu yavaş yavaş. adidas marka ayakkabının yan komuşuların kapısının önünde duran cannnnlı halini görene kadar. başımın üstünde yanan lambaları söndürdüm hemen. ekonomi devri malum. öğretmediler mi lan size hiç dallamalar..

aldım adi'leri. annemin terliğini giydim tabii. parmaklarım ucundan çıkmadı. yaa şaşırdınız di mi ibneler.. annemin terlikleri sabo olum. delikli beyazlarlardan. salak mı olm annem, kışın da giyiyor kadıncağız...

pijamam vardı üstümde. adidas, yeşil çizgili. çakma ama. 10 lira demişti adam. Pazarlık yaptım 2,26 TL’ye versin diye. sonra kavga ettik onun içindeki atleti pantolonun üzerine çıkıp her yeri kızarana kadar. sonra “allah belaaanı virsin al lan para neyim istemiyom” deyip başından kovmuştu beni. işte o aşortman vardı üstümde. osuruktan kıç kısmı kahverengi olmuş, nitrik asit orasını inceltmiş. umrumda olmadı ama. ayağımda sabolar, kıçımda yeşil adidaslarım (çakma)..

yolda yürüyorum, bizim tikky cengiz abiyi gördüm. “hoop abi naber yaaa”..”iyi kardeşim senden ne haber”...

diye karşılık verdi.. heheh oltaya düşmüştü !! ^'+'^+'^+'^


“idare eder yaa abi. ne dicem, geçen bizim aşağı katta oturan ağma bir arkadaşım var, güzellik olsun diye ona bir ayakkabı aldım adidas'tan. çocuğa küçük gelmiş, amına koymuş ayaklarının. yazık söylememiş bizlere de, gücenmiş. yüzündeki limon kıvamından anladım ayaklarını sıktığını”

“eeee” dedi cengiz abi..

“işte kullanıldığı için geri de iade edemiyoruz ürünü” dedim ve ekledim “abi bu ayakkabı tam sana göre, 20 liraya veririm valla, hem köre de bişeler alırız haa sevaba girersin” ....

“lan göt” dedi ve ekledi “geri iade denmez ona, kırmim ağzını burnunu hanzo, anlatım bozukluğu o, iade zaten geri vermektir” dedi. utancımdan kırmızı oldum. sonra pembe, ve sonra düzeldim...

“hadi lan alayım bari. sevap kazanalım bi kere de amına koyyim” dedi. hay allah razı olasıca. 20 lirayı aldım ondan. doğru migros yolunu tuttum...

içeri girdim ve “selamun aleykum” dedim. cins cins bakan kasiyer cocuğa nah işaret yaptıktan sonra reyonları dolaşmaya başladım..


bir de ne göreyim!!!!! patates soğan reyonu. çok severim. patates soyarken kendimi muntazam bir hayal deryasının içinde hissederim. aynı şekilde soğanda da öyle olurum. kokteyl sonrası bir kadının abiye kıyafetlerini çıkarıp cücüğüne ulaşmak gibi. hemen aldım bir poşet ve başladım patates soğan doldurmaya. o esnada çok sevdiğim kedi maması reyonunu fark ettim. çok severim. kedi maması yemediğim günler kendimi eksik hissederim..

topuk sesleri uzaktan kulağımı cırmalıyordu. Bebek sesinden sonra en sevmediğim ses!!

Kadın ökçelerinin yere teması ile çıkan ses kalabalığı. Çok gereksiz bence...

Küt küt küt tak tuk çat pat.....


Kafamı kaldırdım.. amanın, o da ne ... eski sevgilim lan bu. Yanında da yaşlı bir adam. “vay godoş” dedim...

Çıtırı almış keyfine bakıyor. Ama migros’tan da alışveriş yapmayı ihmal etmiyor. Arkalarında genç bir adam daha. “o kim lan” der gibi baktım, “sana ne lan çük” der gibi baktı. Bi daha da bakmadım çünkü italyanca küfür etmiştim ona... anlamadı. Siklemedim ve siktiroldum gittim...

Doğa olayları beni derinden etkiler. 17 ağustosta çok üzülmüştüm yaşanan olaylara. Arkadaşlarım kaftiye çıksa da benim gönlüm razı olmadı. Çok pis kavga etmiştim onlarla. Götlerdi...

Zelzele oldu biz marketteyken. Yaşlı insanlar ölümden çok daha fazla korkarlar. Nedendir bilmem ama kendilerini ölüme daha yakın hissettikleri için olabilir. Arkasında duran hafif kumral, uzun boylu, jilet gibi giyimli adam; yaşlı adam nereye giderse tekerlekli sepeti peşinden sürüyordu neşeli bir filistinli çocuk edasıyla. Gözleri boncuk gibiydi piç kurusunun. Haribo almıştı çünkü kendisine paket paket.......

Zelzele yaşlı adamı çok korkutmuş olacak ki adam birden dışarı kaçtı “allaaaah” diye kükreyerek sadri yıldız gibi. Arkasından sadık dostu olan koruması da... tuvalete bile peşinden girer ibrik tutarmış. Biraz sonra eski sevgilim söyledi...topuklarına sıctığım....


market boşalmıştı erkenden benimle ters orantılı bir şekilde. kimse kalmamıştı o koca markette eski sevgilimin gözlerinin içinde yaşattığı ben dışında. Tabii ben ve o da vardı olm..